Okumak istediğiniz bölüm üzerine tıkladığınızda, metin alt tarafta açılacaktır.
Fotoğrafları tam boyutunda görüntülemek için üzerine tıklayabilirsiniz.

Hatıralarla Dragaş, Gora ve Çanakkale Savaşı

Hatıralarla Dragaş, Gora ve Çanakkale Savaşı

Taner ÇALIŞLAR

Sana Bir Tepeden Baktım Dragaş…

Dragash bölgesinde 37 köy var. 19 köy Arnavut, 18 köy Gora köyü. Arnavut köyleri genelde OPAYA bölgesinde. Goran köyleri ise Arnavut–Makedonya sınırına yakınlar. Şar Dağları Makedonya ile sınır teşkil etmekte. Kruşeva bölgesinde geçiş yapılabilecek sınır kapısı mevcut. Orçuşa bölgesinde de sınır kapısı bulunuyor. Sınırdan geçiş yaya olarak yapılıyor; araç geçişi yok. Kruşeva bölgesinde, atlı devriyeleri de kapsayan bir sınır polis istasyonu var.

Dragash belediyesi, Prizren’in yaklaşık 22 km. güneydoğusunda, Kosava’nın en güneyinde yer alıyor. Sınırlarını kuzeyde Prizren belediyesi, batıda Arnavutluk ve güney ve doğuda ise; Makedonya Cumhuriyeti oluşturuyor. Batı, güney ve doğudaki sıradağların yükseklikleri deniz seviyesinden 2500m.’ye ulaşıyor. Dragash merkezinin denizden yüksekliği 1050m. Dragash merkezinden Prizren’e (36km.) bir ana yol, Restelica (24km.) ve Brod (12km.) kasabalarına da tali yollar mevcut. Dragash belediyesinin 34 km karelik alanı var. Belediye sınırlarında başlıca 2 bölge bulunuyor.

Belediyenin büyük kısmını kapsayan ve çoğunlukla Goralıların yaşadığı Gora bölgesi ve belediyenin kuzey kesimini oluşturan, çoğunlukla Kosava’lı Arnavutların yaşadığı Opaya bölgesi, Dragash merkezi hem Gora hem de Opaya için idari ve kültür merkezi konumunda. Kosava’nın en yüksek doğum oranı ile belediye nüfusu, km’2 ye 8 kişi düşecek şekilde yaklaşık 35.000 kişi . Nüfusun yaklaşık 2/3 ü Arnavut, kalan 1/3’ü ise Goralı. Genelde Goralılar Makedonca, Türkçe, Boşnakça ve Sırpçanın karışımından oluşan dillerini ‘’Goranca’’olarak adlandırıyorlar.

Tarih Yapraklarında Gora

“1389 – 1876 yılları arasındaki dönemde ve Osmanlı belgelerindeki kayıtlara göre bu bölgede yaşayan Goralılar kendilerini Türk olarak bildirmişler. Osmanlı yönetiminin ayrılışı ardından 1971 yılına kadar ister Sırp-Hırvat-Sloven Krallığında, ister de Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyetinde ve bu dönemlerin kayıtlarında Goralılar, kendilerini Türk olarak bildirdiğini ifade ediyorlar. Birçok askeri ve doğum kayıt belgesi de bu halkın kendilerini Türk olarak bildirdiklerini kanıtlamakta. İkinci dünya savaşı sonra sonrası 1971 yılında baskı ve asimilasyon girişimleri sonucu Gora bölgesinden Türkiye’ye göçlerin yine ivme kazandığını görüyoruz. 1971’de Gora’dan 5000 kişilik bir grubun daha Türkiye’ye yerleştiğini anlatılıyor.

“Osmanlı arşivlerinde Gora bölgesinde yaşayan halkın Türk olduğu ve Osmanlı’dan önce buraya yerleşen Türk kavimlerinden oldukları vurgulanmaktadır. Osmanlının ayrılışı ardından bura halkına yönelik Pan- Slavcılık ve asimilasyon hareketleri başlatılmış, direnenler ya öldürülmüş, ya da göçe zorlanmışlar. Siz kendinizi ne olarak hissediyorsunuz sorularımıza “Sizce Çanakkale savaşında, Plevle muharebesinde şehit düşen onlarca Goralı kendini nasıl hissetmiş olabilir ki, diye soruyla cevap verenlerle karşılaşıyoruz kimi sohbetlerimizde. (Plevne muharebesinde sadece Brod köyünden 94 kişi şehit düşmüş, yalnız iki kişi, Raif Maslar ve Demir Kalinka sağ olarak köylerine dönebilmişler. Çanakkale savaşında bu yöreden şehit düşenlerin sayısı ise 460)

Bir Gora köyü olan Kukulena’dayız. Yemyeşil bir örtünün arasından çıkılan olağanüstü güzellikteki yaylanın ilk köyü burası. Sabahın ilk ışıkları insanı iliklerine kadar ısıtırken, eşsiz tabiatı tertemiz nefesler bahşediyor ciğerlerimize. Tam bir yayla görünümündeki Gora bölgesinin kendisine yüzyıllık bir ömrü armağan ettiği çok özel bir insanı Ramazan ayının ikinci gününde ziyaret ediyoruz.

Eşref ESATİ. Bizleri hayrete düşüren dinç çehresi ve dimdik ayaktayım diyen bedeniyle yanı başımızda. Allah babanıza uzun ömürler versin dediğimiz kızı ve damadının da 70 ve 75 yaşında olduğunu öğrendiğimizde Gora’ nın nelere kadir olduğunu anlıyoruz. 1906’dan 2006’ya tam bir asır geçmiş. ‘Çok çektiler bre more’ dediği Osmanlı’yı görmüş Balkan Savaşı’nda hafızasında onlarca paşayla. Birinci Dünya Savaşı’ndaki kıtlığı yaşamış. Kendi diliyle’ Afedersin’ diyerek anlattığı Yunan zulümlerine tanıklık etmiş. Atatürk’ün değil KEMAL Paşa’nın namını ve topraklarına kadar gelen kahramanlıklarını işitmiş defalarca. Yedi kez çağrıldığı askerlik hayatıyla ikinci dünya savaşını görmüş. Avusturya ve Bulgar egemenliğinde geçen yılları da eklemiş bu uzun filmin karelerine..

Kızı eski Türkçe ile okumuş gizli gizli. 1938’ de okullara Sırpça eğitim zorunlu kılınmış. Gora insanı meğer yörükmüş. Karnının doyduğu yerde çalışmış. Kışın çekilmiş Gora’sına. Hep egemenlik altında yaşamışlar ve bu yörükler sesini yükseltememişler bugüne dek. Sesleri kısık, boyunları bükük duruyor hala.

Balkan Harbi’yle bölgeden ayrılan ve Gora’yı biçare bırakan Osmanlı için Plevne’de Çanakkale’de şehitler vermişler. Türküler ve şehitler kalmış şan dolu günlerden… Hatırlandığına sevinen bu tarih kokan evden, hatırlandığı için onur duyan Türkler olarak ayrılıyoruz.

Söyle Oğlum Biz Kimiz?

Dragaş Garajı’nda faaliyetlerimiz için sivil minibüs ararken Priştina’dan her zamanki otobüslerden biri geldi. Araçtan inenlerden biri sol kolumdaki bayrağı görünce,’Baba bu Türk askeri’ diyerek babasını ve dolayısıyla tüm grubu ikaz etti. Hazine bulmuşçasına sevinen bu insanlar beni yanaklarımdan öpmek ve kucaklamak için yalnızca bir dakikaya ihtiyaç duymuşlardı. Ülke sevgisi dedikleri bundan başka ne olabilirdi ki. Ordu’dan gelmiş olan bu grup 1940’lı yıllarda Dragaşın büyük köylerinden birisi olan Brod’dan göç etmiş olan ve şimdi buraya gelerek dedelerinin yaşadıkları toprakları görmek isteyen Türklerdi. Ağız birliği yapmışçasına ilk sordukları soru ise ‘Biz gerçekten Türkmüşüz, Sırp değilmişiz değil mi’? oldu.

Kendilerini görevim dolayısıyla Gora insanının tarihi hakkında yaptığım araştırmalara dayanarak verdiğim cevapla rahatlattım. Yüce Ata’nın ’NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’ sözününse son noktayı koyacak ifade olduğunu bir kez daha anladım o gün.

Ama bu soru tarihi bağlarımızı maalesef yıllarca unutarak atladığımız bu bölge için çok daha kapsamlı, bilimsel bir tarihi araştırma ihtiyacını aklımıza getirdi. Ordu’lu Brod köylülerle ya da Brod köylü Ordu’lularla yorgunluk çaylarını içerken uzun uzun konuştuk bu konuları. Nerdemi? Dragaş Belediyesi’ nin Türk Birliği ’ne tahsis ettiği Dragaş’ ın eski, görkemli ve de tek otelinin Dragaş’a hoş geldiniz diyen Türk Bayrağı’nın altında.

Geleceğe Atılan İmzalar

Mehmetçiğin bu bölgedeki faaliyetleri arasında hiç şüphesiz en önemli olanı inşaa ettiği yollar. Dragaş Opaya bölgesinde Zapluca’yı Prizren’e irtibatlayan yol, Kosavce köyü üstündeki geleceğin değerli turistik yerlerinden birisi olan kayak merkezine bağlanan yol, Gora bölgesinde Zlipotok’u Kruşevo köyüne ulaştıran Çanakkale yolu, Baçka köyü yolu, Playnik köyü yolu Türk Taburu’nun Dragaş’ın hizmetine sunduğu bazı yollar. Dragaş’ın hayat damarları büyük bir incelik ve çalışkanlıkla örülüyor yedi yıldır. Yıllar boyu köyüne getirilecek yolun hayaline kavuşan köylüler çalışmalara başından sonuna dek katılarak yardımcı oluyorlar.

Dragaş’ta görev yapan subay astsubayın kontrollü olması gereken konu, yol yapımı konusunda asla söz vermemek ve temkinli konuşmak. Yeni gelen heyetler eski komutan söz vermişti diyerek koşarak kışlasına gelen muhtarlarla uğraşır ilk onbeş gün. Yollar Kosova’da bulunan sayısız Osmanlı eseri gibi bu topraklarda geleceğe atılan imzalarımız oluyorlar. İmzanın atıldığı yerler ise, yeni gelen heyetlere tüm görevleri boyunca önceki heyetlerin inşaa ettiği yollar için binlerce kez teşekkür eden muhtarların ve köylülerin kalpleri oluyor.

Geleceğin Keşfi

Bizleri ziyarete gelen Leştane Köyü öğretmenleri ile neler neler konuşuyoruz. Kız istemeler, kahve hazırlamalar, köy isminin nerden geldiği, yemekler ve yörenin diğer adetleri. Sorduğumuz tüm sorular ortak ne varsa yakalayabilmek üzerine. Keşfedilen her benzerlik tarifsiz mutluluklar yaşatıyor herkese. Muhteşem tabiatın tül perde gibi örttüğü köylerinde ekonomik güçlüklere, hafızalarından atamadıkları bazı korkulara rağmen kalmayı tercih ediyorlar.

Türk Askeri burda olmasa savaş sonrası yarıya inen nüfus tekrar yarılanırdı derken Leştane Köyü’nde kalmayı tercih etme sebeplerinden birini daha anlamış oluyoruz.

Altı aylık görevimizin başından sonuna ne kadar çok şey duyduk onlar için, ne kadar farklı yazılar okuduk Goralılar hakkında. Çanakkale Savaşı’na gönderdikleri bir tabur kadar askeri ve şehitlerini anlattılar bizlere övüne övüne.

Neden unuttunuz bizi diye yakındılar. Türkiye’deki binlerce Goralı’dan bahsettiler. Onların övünç kaynağı olarak söyledikleri Türkiye’deki Goralıların kaygısızca seçtikleri Türk vatandaşlığı sonrası Gora’yı unuttuklarını da anladık sonradan sonraya. Yemeğimizde de hep geçmiş konuşulmuştu. Mutlu da olmuştuk. Ama ihtiyaçları olan şeyin herkesin değinmekten çekindiği Goralıların keşfedilmesi gereken geleceği olduğunu daha iyi anladık.

Gelin Ata Binmiş

Otelimizin önü yaz mevsimin her Cumartesi ve de Pazar günü benzer bir sergiye ev sahipliği yapıyor. Düğünler!. Sabahın henüz dokuzunda, yanaklarına doldurdukları onca havayı tüm tecrübesiyle zurnasına üfleyen çalgıcılar uyandırıyor Dragaş sakinlerini. Gelinin bizim gelinlerimizden, her defasında yeni görmüş gibi gelini seyreden siyah ferecaleri ile bu kadınların bizim kadınlarımızdan ve de ya nasip denilerek binilen kısmet dolu atın renklendirdiği düğünlerin bizim düğünlerimizden ne farkı var.

Anadolu yanık yanık çalınan ‘’Çanakkale içinde vurdular beni’’nin tüylerimizi diken diken eden içli sesinde,

Anadolu damat açana kadar kapalı tutulacak olan gelinin özel işlemeli duvağında,

Anadolu her yerde...


Benim Çanakkale Şiirim

İskender Müzbeg İzlenimler*

78’lerde yazmıştım Çanakkale Şiiri’ni. Çanakkale’yi o yıl ilk kez gezme fırsatım olmuştu. Orada gördüklerim beni o kadar esinlendirmişti ki, coşan duygularımı dizelere döküvermiştim Çanakkale, Çanakkale diyerek.

...Ve bu dizeleri ben 1978 yılında “Tan” gazetesinin kültür sayfalarında “Çanakkale Şiiri” başlığı altında yayınlamıştım. “Çanakkale Şiiri”mi yazalı hemen 30 yıl olmuş... Bugün, aradan 30 yıl geçtikten sonra bu şiirimi yeni duygularla okudum. Şiirimi ilk kez okuyormuşum gibi, yeniden duygulandım, bunun bir bölümünü önümüzdeki pazar günü Brod’ta yapılacak Çanakkale Şehitlerini Anma Töreni’nde de oradakilerle paylaşmaya karar verdim, daha da duygulandım.

Kosova’nın bu yeniden yapılanma döneminde Çanakkale savaşları ve Çanakkale şehitleri her yıl burada anılmakta, bununla ilgili törenler Prizren şehrinde, sonra da Brod köyünde düzenlenmektedir. Demek oluyor ki Çanakkale ve Prizren, hatta Çanakkale ve Kosova birbirini tamamlayan şeylerdir. Gün geçtikçe bunu daha iyi anlama imkânlarımız oluyor. “Çanakkale Şiiri”mi burada sizinle paylaşmaktan mutluluk duymaktayım.

Çanakkale Şiiri13 [1]

Çanakkale Şiiri’ni deniz yazdırdı bana

Denizler yazdırdı

Bir ırmak olur mu deniz

Akar mı sular boydan boya boğazda

Ne dersiniz

Marmara Ege’ye dökülürken

Bir telaş kaplar suları

Telaşlı sular yazdırır bana şiirini Çanakkale’nin

“Çanakkale içınde sıra sıra sügütler

Sügütler altında yatır babayigitler”

Bu türkü yine nereden geldi aklıma?

Ölüm Koyu’na bakıyorum

Birtakım insanları görüyorum 915’lerden

Prizrenli Şirin teyzenin kocası

Üç çocuğunu da bırakıp evde

Şehit düşmüş Marmara’nın Ege’ye döküldüğü yerde.

Ve daha kimler ve daha neler...

Bundandır sık sık söyler bura halkı

Çanakkale türküsünü.

Belki bundan ötürü deniz bir ırmak gibidir

Akar ha babam akar

Özgürlüğü mü arar mavi sular?

Yahya Çavuş Şehitliği en yakındır denize

Marmara Ege’ye akmasın diye korkar

44 metrelik anıt karşıki burunda

Ötekinde Fransız Mezarlığı

Transistorlu radyoyu açıyorum

Yahya Çavuş’a değik yazıları okuduktan sonra

Şu Sosso markalı radyo pek iyi çalışmıyorsa bile

Haberleri dinliyorum:

Yine savaşıyor insanlar...

Çanakkale Savaşı’ndan, Sutyeska’dan, Hiroşima’dan sonra bile

Marmara Ege’ye akıyor

Çanakkale Şiiri’ni deniz yazdırdı bana

(...)

Güzelliğiyle

Maviliğiyle

Yiğitliğiyle deniz.

Boğaza bakıyorum yanımda yazar dostum Şükran

Ve bir siyasal bilimler irdemeni

Bir de avukat

Her şeyi hiçe sayıyor biri

Ülküler peşinde ötekisi gerçekleşemez toplumları düşlüyor...

(...)

Diyorum ki:

Uzağa hiç gitmeyelim dostlar

Bulutlar gibidir ülküler

Yakın sandığımızda en uzaktır onlar

Kendimize dönelim hemen.

(...)

Anlar gibi bunu anlamaz gibi dostlarım

(...)

Kardeşlik öyküsünü ortadan kesti duygular

Bitireyim öykümü:

Örneğin bizim çocuk Esin

Yarın büyüyecek

Türkçe öğrenim görecek

Arkadaşı Afrim kendi dilinde

Mladen kendi dilinde okuyacak

Aynı okulda

Aynı amaçla

Kardeşçe

Aynı istekle...

Aynı istekle Ege’ye akıyor Marmara

Aynı dingin şehitlikler.

(...)

Yahya Çavuş kalksana,

Kalkın yerlerden Memet’ler, Ali’ler...

Uğulduyor deniz,

Söğütler özgür, sallanıyor

Tarihini yazıyor bu yerlerin

Kıyılara çarpan sular

Özgürlük inancı büyüyor

Harp Sahaları’nı gezerken biz.



Çanakkale Savaşı ve Goralılar

İskender Müzbeg*

Geçen Pazar günü Brod’ta mütevazı, mütevazı olduğu kadar da ciddi ve ilginç bir tören vardı, törenden de öte – ciddi bir toplantı vardı: Orada, yani Dragaş’ın Brod köyünde Çanakkale Savaşı 90. yılında anılacak, böylece Gora ve yöresinden savaşa katılanlara, şehit olanlara saygı gösterisi yapılacaktı... Oysaki Kosova çapında olduğu gibi Prizren ve Dragaş belediyeler çapında da birçok yetkilinin, bundan başka bilim adamlarının ve sanatçıların, “Doğru Yol” Türk Kültür Sanat Derneği ve “Zübeyde Hanım” Kosova Türk Kadınlar Derneği temsilcilerinin de katıldığı bu toplantıda çok şeyler ortaya atıldı, konuşuldu ve tartışıldı: Neden Goralılar Çanakkale Savaşı’na katıldılar, Goralıların kökeni nedir, neden Goralılar konusunda manipülasyonlar yapılmaktadır, neden Brod ve yöresinden hemen de tüm muhacirlik olayları Türkiye’ye yöneliktir, Goralıların Türklerle tarih boyunca ortak kültür değerlerinin ve kültürel ilişkilerinin en önemli nedenleri hangileridir vb.

Mehmetçik temsilcilerinin olduğu gibi TİKA temsilcilerinin de katıldığı bu törende Brod ilkokul öğrencilerinin Cumhuriyet ve Atatürk konulu şiirler okumaları törene katılanlar tarafından ayrı bir ilgi gördü ve takdire layıktı.

Merkezi Brod’ta olan, girdaplı, engebeli, çetin etkinlik alanlarına henüz ilk adımlarını atmakta olan DAG Kültür, Araştırma ve Yardımlaşma Derneği’nin bu etkinliğine katılma davetiyesini bana arkadaşım Abdullah Rahte iletince, hiç ikircimliğe düşmeden Brod’a gitmek, Çanakkale zaferiyle ilgili DAG derneğinin bu etkinliğine katılmak kararı aldım. Böyle bir kararımın iki nedeni vardı: benim böylece DAG derneğine küçük bir katkımın olmasını istiyordum, aynı zamanda da Brod’ta Çanakkale havasını yaşamayı çok mu çok arzu ediyordum.

Çanakkale içınde zincirli bunar

İçmanın be arkadaşlar zehirli sular...

Bu ve buna benzer mısraları Brodlulardan, Brod’a özgü bir biçimde dinlemek istiyordum.

Brod’a gidip Çanakkale’yi Gora’da Goralılarla birlikte yaşayacaktım. Brod’ta Çanakkale’yi yaşamanın bizim için elbette ki ayrı bir anlamı vardır. Çünkü tarihin çalkantılı bir döneminde – Çanakkale Savaşı’nda Türk ulusunun kendi özgürlüğünü koruma alanında haklılığına Goralılar içten inanmış, özgürlük için savaşanlara yardım etmiş, Çanakkale’nin geçilmez olmasına katkı sunmuşlardı, bunun için canlarını bile vermişlerdi... Ve şimdi, dünyaya evrensellik pencerelerinden bakan Goralıların, yani Goralı Çanakkale şehit torunlarının burada - Gora’da, dolayısıyla tüm Kosova’da da kendi varlıklarını koruma ve kendi kültürel değerlerini yaşatma mücadelesinde başarıya ulaşmaları için her türlü desteğe ihtiyaçları vardı.

İşte bu gerçekler beni derinden esinlendiriyordu. Adeta seslice düşünüyordum: İnsanlar, zor durumlara düşen diğer insanlara, hiçbir dolaylı ya da dolaysız çıkar gözetmeksizin yardım elini uzattıkları müddetçe evrensel ve merttirler, sonuçta böyle insanların mutluluğu da sonsuzdur. DAG derneğine, dolayısıyla Brod’taki Goralılara bu bağlamda elden geldiği kadar yardım etmek benim için de bir gönül borcudur.

Brod’a giderken hep bu düşünceler aklımdan geçiyordu. Brod’a varınca ise, Goralıların bizi içten karşılaması adeta bu düşünceleri pekiştiriyordu. Oradaki törende söz alıp kendi ana dilimde konuştum. Goralıların beni mutlaka anladıklarını bile bile, onların konuştuğu bir dilde de şunları söylemekten çok mutlu oldum diyebilirim:

Çanakkale, bütün insanlık için bitmez tükenmez bir esin kaynağıdır. Sanatçılar Çanakkale Savaşı’ndan esinlenerek kendi eserlerini yaratmaya devam edeceklerdir, tarihçiler tarihin yapraklarına Çanakkale Savaşı’nı altın harflerle yazacaklardır, bilim adamları ise Çanakkale Savaşı’nda, diğerleri arasında Goralıların gösterdiği yiğitliği araştırıp inceleyecek, Goralıların neden Çanakkale Savaşı’na katıldıkları sorusuna yeni yeni cevaplar arayacaklardır. Biz burada – Gora’da Çanakkale’yi yaşıyoruz, Çanakkale Savaşı’na Goralıların katıldığından söz ediyoruz. Prizren Jupası’ndan da Çanakkale Savaşı’na gönüllülerin katıldığı bilinen gerçeklerden biridir. Şair arkadaşım Acemi Miftar bir şiirinde bu konuyu işlemiştir ve ben burada size Torbeş dili veya ağzında yazılmış bu şiiri Torbeşçe ve Türkçe bahtiyarlık duyarak sunmak istiyorum.

Bundan sonra ben Torbeş şair Acemi Miftar’ın Çanakkale Savaşı’nı konu alan bir şiirini okudum.

Ağladı Yaşlı Ana

Acemi Miftar

Ağladı yaşlı ana

Seymen İlmen için ağladı.

Ağladı,

İlmen’e dair türkü söylenirken ağladı.

Ana onu yıllarca beklemişti

Tam oniki yıl, gelir diye.

Umutları bağrına basarak

Beklemiş, oğlum gelir demişti.

Nişanlısı da beklemişti İlmen’i,

Sabırla beklemişti.

Oysa savaş çetindi

Dönmedi İlmen.

Süğüt altında

Düşman kurşunu bulmuştu onu.

Yiğit “Allahu ekber” dedi

Kurşuna karşı şu türküyü söyledi:

“Çanakkale içinde

Beni vurdilar”.

(Türkçesi: İskender Muzbeg)

Çanakkale Savaşını Yeniden Düşünmek

Esin MUZBEG*

Çanakkale sadece bir savaş değildi. Türk milletinin ölüm kalım mücadelesiydi de aynı zamanda. Kurtuluş Savaşının ruhen aldığı güçtü belki de… Mustafa Kemal’in kendini müthiş bir askeri deha olarak kanıtladığı yerdi. Çanakkale, yedi düvele vatan sevgisinin ne olduğunu gösteren bir efsaneydi.

Rusya’nın ‘Hasta Adam’ adını verdiği Osmanlı’ya, son darbe indirilip topraklarının paylaşılması isteniyordu. Rusya sıcak denizlere inecek, İngiltere ve Fransa kolonilerini genişletip Ortadoğu’da tartışılmaz güç haline gelecekti. Ama Çanakkale’deki bu direniş, Türk topraklarının kolay lokma olmadığını göstermesinin ötesinde, Rusya’yı kendi bölgesinde tuttu, İngiltere ve Fransa’ya ise büyük bir itibar kaybı verdi. Bu hasta adamın evlatları 9 ay kadar süren bir direnişin ardından düşmanı geri çekilmeye zorlamış Çanakkale’de müthiş bir zafer elde etmişti. Bu zafer yeni bir kıvılcımın çakılmasına sebep olmuş ve Kurtuluş Savaşına hem bir lider yetiştirmiş hem de en zor zamanlarda bile memleketi savunmanın mümkün olduğunu kanıtlamıştı.

Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşının başlangıcından sonra özellikle boğazları kontrol etmek ve Rusya’ya yardım etmek amacıyla daha geç açılmış bir cephenin sonucuydu. Bu yüzden Osmanlı devleti, bu cepheye asker sevkıyatı için daha çok gönüllüleri toplamıştı. Bıyıkları daha yeni terlemiş delikanlılar, öğrenciler, genç öğretmenlerdi Çanakkale cephesinde saf tutanlar. Öyle anlatılır ki: 1915 yılının 18 Martında o kadar şiddetli çatışmalar meydana gelir ki mermiler havada çarpışacak kadar yoğundur. Ama savunma hattındaki Osmanlı askerleri de direnişten pes etmeye hiç niyetli değillerdir.

İşte böyle bir ortamda Mustafa Kemal’in tarihe geçecek sözleri yükselir: “Size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!”

Ölüm emrini alan askerler öyle bir direniş sergilerler ki, tüm dünyaya örnek olur. Ama direniş sadece bir cepheyi ve sadece bir bölgeyi kapsamamaktadır. Atatürk aynı zamanda “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün bir vatandır” demekteydi. Atatürk bu sözüyle, savunulacak olan sadece bir hattın veya cephenin değil tüm vatanın olduğunu vurgulamaktaydı. Ve ne olursa olsun teslim olmanın asla gerçekleşmeyeceğini kast ediyordu. Belli hatlar veya mevziler kaybedilse veya geri çekilmek zorunda kalınsa bile, hemen yeni bir hat kurulacak ve vatan son damla kana kadar savunulacaktı.

İşte Çanakkale’de de yapılan tam buydu. Çanakkale’de sadece bir boğaz savunması yapılmıyordu. Çanakkale boğazıyla, düşmanın sadece İstanbul’a ulaşması engellenmiyordu. Bu yüzden de Çanakkale sadece basit bir savaş değildi. Çanakkale’de tüm vatanın savunması yapılıyor, tüm vatanın evlatları bu savunmaya katılıyordu.

Atatürk’ün yukarda andığımız sözlerinin anlamını Çanakkale şehitliklerini gezerken daha iyi anlıyoruz. Ben Çanakkale’ye ilk defa bir gezi niyetiyle 2000 yılında gittim. Tüylerimiz diken diken olmuş bir halde şehitliği gezerken, birkaç saatlik bir gezinin Çanakkale Savaşını tam olarak anlamaya yetmeyeceğini anladım. Ama orada gördüklerim ve yaşadıklarım, benden bir parçanın Çanakkale’de, Çanakkale’de yaşananların bende olduğunu fark ettim. Priştine’li Hasan, Brod’lu Hüseyin, Prizrenli Ali, Manastırlı Mustafa, Karslı Zübeyir, Mardin’li Yusuf… hep oradaydı. Çoğunun ölüm yaşı 20’nin altıydı.

1912’de Balkanlar Osmanlı’nın egemenliğinden çıkmış olmasına rağmen, Balkanlardan katılan gönüllüler bir cephe oluşturacak kadar çoktular. Onlar ne Prizren’i ne Brod’u ne Priştine’yi ne de İstanbul’u, Kars’ı Mardin’i savunuyorlardı. Onlar tam olarak Atatürk’ün dediği “Sathı müdafaa ediyorlardı” ve yine Atatürk’ün dediği gibi “O satıh bütün vatandı”

Çanakkale Savaşını yeniden düşünmek gerek derken işte tam da bu noktayı yeniden düşünmek gerek diye düşünüyorum. Malum sebeplerden dolayı 1912 yılında Osmanlı egemenliğinden, siyasi olarak kopan Balkanlar, siyasetin dışında Osmanlı’yı veya daha sonra Osmanlı’nın kalıntılarından yeni bir devlet olarak doğan Türkiye’yi vatan olarak bilme bilincini sürdürdü. Çanakkale’de şehit olan veya gazi olup memleketine dönen Balkanlıların, kimler olduğu, neden bu savaşa katıldıkları ve neler yaşadıkları pek araştırılan bir konu olmamıştır. Ama tarih kaynakları yeniden gözden geçirilip, ciddi bir incelemeye tabi tutulmak suretiyle pek çok gerçek gün yüzüne çıkabilir.

Çünkü Balkanlardan, dolayısıyla da Kosova’dan Çanakkale Savaşına katılanlar sadece Türkler değildi. Osmanlı’yı vatan bilen Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar, Goralılar da bu savaşa katılmış ve ortak vatan için can vermişlerdi. Onlar için vatan, sınırları masa başlarında belirlenmiş siyasi bir toprak parçasından ibaret değildi. Onlar için vatan borcu zorunlu bir askerlik değildi. Onlar için vatanı korumak, sadece yaşadıkları toprak parçasını korumak anlamına gelmiyordu.

İşte bu bilinç ışığında Çanakkale Savaşının yeniden incelenip değerlendirilmesi lazım. Siyasi sınırların giderek anlamsızlaştığı, kültürel, ekonomik ve gönül bağlarının yoğunlaştığı bu küresel dünyada, Çanakkale’de yaşananlar yeni bir vizyon veriyor bize. Görüp anlayana!

Gora’da Çanakkale Türküsü Efsanesi

Taner GÜÇLÜTÜRK*

‘’… Çanakkale içinde aynalı çarşı,

anne ben gidiyom düşmana karşı,

Oy gençliğim eyvah !

Çanakkale içinde bir yüksek selvi,

Kimimiz nişanlı, kimimiz evli

Oy gençliğim eyvah!

Çanakkale içinde vurdular beni,

Ölmeden mezara koydular beni,

Oy gençliğim eyvah… ! ‘’

Çanakkale türküsü yankılanınca yüksek tepelerinde Gora’nın, bütün Goralılar ve o muntazam canlı doğa saygı duruşuna geçer Balkanların bu el değmemiş cennet köşesinde. Evet, herkes saygı duruşuna geçer. Başlar eğik, gözler yaşlı ve Çanakkale türküsünün yanık ezgileriyle fırtınalar kopar bugün yine yüreklerde. Körpe genç bir gelin köşede suskun, yolu gözleyen bağrı yanık bir ana pencerede gözü yaşlı ve öksüz çocuklar her şeyden bi haberdar uçurtma koşturur taş kaldırım yollarında Gora’nın…

Yeni bir gündür bugün. Güneş çıkınca tepelere, gece düşen çiğ, kekik kokuları ile birlikte buharlaşır ve renk renk dağ çiçekleri tedirgin tedirgin yapraklarını gerer masmavi gökyüzüne doğru. Haziran sabahında bembeyaz karlı tepelerden esen rüzgar sadece serin bir okşayışı değil, karşı yamaçtaki köyden yanık ezgilerini de beraberin de getirir o türkünün. Ah, işte yine o türkü! Bak, yine her şey durdu. İnsanlar, hayvanlar kuşlar ve doğa, hepsi birer birer saygı duruşunda. Temmuz sıcağına dayanamayacağını anlayan karlı tepelerden dökülen kaynak ve derecikler bile…

Şırıltılara ne oldu, ne bu hüzünlü sükunet?

Neden durdu her şey? Bu bir düğündür veya bir tören, bir açılıştır ya da bir askere uğurlama…Davul, zurna olurda Çanakkale türküsü olmaz mı derler?

Olur da… Bu yanık ezgilere hangi yürek, hangi can, hangi canan dayanır söyler misiniz? Ah o yaşlı gözler, ah o beyaz tenden süzülüp dökülen içli göz yaşlar. Ah o parçalanan yürekler. Ne olur susun?!

Bu bizim türkümüzdür, bu bizim milli kimliğimiz. Bu bizim milli kimliğimizin marşıdır. Bu şehidimin son ağıtı, beşikteki öksüzümün ninnisi, körpe dul gelinimin Çanakkale’de şehit düşen sevdalısıdır… Bu verilen eşsiz bir mücadelenin destanıdır. Bu benim Gora’mın şanlı tarihidir.

Böyle olur da tabiatın bu köşesinde hangi canlı, cansız varlık saygı duruşuna geçmez ki? Okuduklarınız, Makedonya ile Arnavutluk sınırları arasına sıkışan, Kosova’nın güneyinde yer alan Gora yöresindeki Çanakkale türküsü efsanesini anlatır. Hüzünlü ve gerçek bir efsane .Öyle bir efsane ve öyle bir türkü ki bu türkü…

İşte Gora’da Çanakkale Türküsü efsanesi

Yıl 1915. Çanakkale Savaşı, ‘’Hasta Adam’’ lakaplı Osmanlı’nın son silkinişlerinden biri. Rusya’nın sıcak denizlere inişinin önünü açacak o muhteşem manevranın bel kemiği. Başta İngiltere, Fransa ve Rusya olmak üzere dünyanın ileri gelen ülkelerinin göz diktiği Anadolu’nun kapısı. Ve bu topraklar üzerinde yaşanan yüzyılın son büyük destanı…

İslamiyet’in – Türklüğün son cephesinde ölüm kalım mücadelesi verilirken, Balkan savaşlarından yorgun çıkmıştır bura yöreler. Ne savaşlar yaşanmıştır ne acılar, ne katliamlar, ne baskılar, ne zorla göçe sürgünler… Osmanlı idaresi yavaş yavaş geri çekilirken Sırp hükümdarlığı egemenliğini kendini hissettirmeye başlamıştır.

Ama yarı sönük küller içerisindeki ne umutlar ne tükenmiştir, ne de sönmüştür inançlar. Elbet doğrudan esecek rüzgârlar karlı Gora tepelerinin serinliğiyle birlikte okşayacaktı acılı yürekleri. Brod köyü çarşısındaki hareketlilik azalmış, Gora gök kubbesinde Cuma ezanı Allah’ın birliğini şahadet ederken, kar beyaz içerisindeki tabiatı öğlen güneşi taçlandırmıştı. Ocak ayında tatlı bir sıcak, parlak bir kış güneşi. İmam Ahmet efendinin Cuma hutbesinde yaptığı çağrı karşısında herkes pür dikkat. Çanakkale’de İslamiyet’i ve Türklüğü müdafaa çağrısı bu.

Gora, Çanakkale Savaşı’na Kosova’dan katılan toplam 8 taburdan biriydi. Debre’den Halifenin çağrısı üzerine savaşa Yeni Pazar Taburu, Yeni Varşov, İpek, Gora, Prizren, Priştine ve o zamanlar Sırbistan’a bağlı Üsküp ve Kalkandelen Taburlarından gönüllüler seferber olur. Halkın anlattıklarına göre Debre’den gelen bu çağrı üzerine 365, Gora Taburun’dan 175 gönüllü savaşa katılır. Bu hareketlilik Sırp iktidarının dikkatini çeker. Bugün Dragaş Belediyesine bağlı Gora yöresindeki hareketliliğin sebebini öğrenmek için yöreye yetkililerini gönderen Sırp iktidarına verilen yanıt, halkın çalışmak için yurt dışına gitmeye hazırlandığı şeklinde olur. Yöre halkının anlattıklarına göre, Sırp iktidarının bu seferberlikten haberdar olduğu taktirde sonuna kadar direnme ve Sırp askerlerine karşı mücadele etme kararı alınır.

Çanakkale, dolayısıyla İslamiyet ve Türklüğü müdafaa gönüllüleri sabah ezanıyla birlikte yola çıkar.

Ve veda anı…

Ah o helalleşmeler…

Uykuda bırakılan küçük yavrular, sevgilisine doymamış nişanılar, genç evliler, gözü yaşlı analar ve babalar, bacılar kardeşler…

Sabah soğuğunda hüzünlü ve mahmur yüzler, gözyaşları içerisinde parçalanan kalpler. ‘’ Şehit düşerseniz hakkımız helal olsun, yeter ki Türk bayrağı yere deymesin’’ duaları yanlarına verilen tek emanet olur.

Zli Potok (Hızlı Potok –Hızlı Derecik ) köyünden şehit yakını Ramadan Recepler olayı sanki dün yaşanmış gibi şöyle anlatıyor:

‘Zli Potok, Resteliça, Brod, Rapça, Baçka, Vranişta,Globoçiça ve diğer Gora köylerinde Çanakkale savaşına katılanlar için yöre halkı arasında ağızdan ağza dolaşan satırlar şöyle anlatılırdı. Savaşa katılan gençlerimiz gelen çağrı üzerine omuz omuza yürüyerek binlerce kilometreyi aşarak Türk müdafaasına katılmışlardır. Savaşa silahlanan Türk ordusu bu hazırlığı sadece o dönemin Türkiye sınırları içerisinde yapmıştır. Gora bölgesinde de silahlanmaya dair herhangi bir hazırlık yapılıp yapılmadığına dair kesin söylemler yoktur, çünkü o dönemlerde Türk yönetimi Balkanlardan çekilmiştir.

97 yaşına kadar yaşayan babaannem Rahime Koska ( Pehlivan) ‘ın anlattıklarına göre, Zli Potok köyünden Çanakkale’de 90 kişi şehit düşerken, 9’u gazi olarak geri dönmüştür. Babaannem Rahime okumuş, bilgin bir kadındı, Pehlivan Mehmet ağa’nın kızıydı ve Çanakkale savaşı meydana geldiğinde 35 yaşındaydı. Ve Çanakkale savaşı hakkındaki gerçekleri gelecek nesillere böyle anlatırdı. Babaannem Zli Potok köyünden savaşa katılanların çoğunun 18 ila 35 yaşları arasında olduklarını, kiminin bekar, kiminin yeni evli, kiminin de çocukları olduğunu anlatırdı. Aralarında nişanlı olanlar da hiçbir zaman ardında bıraktıkları sevgililerine geri dönmedi. Çanakkale savaşından gazi olarak dönenler bir gece vakti köye varırlar.

Çünkü savaşa giderken, köyün yaşça büyükleri tarafından gündüz döndükleri takdirde köye girmemeleri, galibiyet sevinci adına yanlarında varsa atlarını şaha kaldırmamaları ve havaya silahlı ateş açmaları tavsiye etmişlerdir. Böyle bir tembih oğullarının akıbetini öğrenmeye çıkan annelerin çocuklarının şehit düştüğünü öğrenip üzülmemeleri için yapılır. Ertesi gün elbet gazilerin savaştan döndüğü haberi yayılır. Çocukları, eşleri, nişanlıları dönmeyenler de sevdiklerinin Çanakkale’de şehit düştüklerini öğrenirler. Şehit düşenlerin isimleri belli olunca aynı yörede tarihin en acı günü yaşanır. Yetmiş kadar dul kadın çocuklarıyla birlikte baba evlerine geri döne.

İşte o gün bizimköy ( Zli Potok ) halkı da yakınlarını kaybetmenin büyük acısını yaşamıştı…’’

‘’ Savaşa yürüyerek gittiler ‘’

Leştane köyünden 1932 doğumlu, 74 yaşındaki Seyfi Memiş akıcı ve temiz Türkçesiyle Çanakkale savaşı’na 29 yaşındayken babası Akif Tane’nin katıldığını anlatıyor. Babası, komşusu ve aynı köyden Süleyman Hüseyin ile birlikte Çanakkale savaşına yürüyerek katılırlar. Babasının düşmana karşı aylarca büyük mücadele verdiğini anlatan Memiş’in babası, Çanakkale savaşı sırasında Fransız askerleri tarafından yaralı olarak esir alınır. Tedavisini Fransız hemşireler tarafından yanında bulunan para ve az bir miktardaki altın karşılığında yaptırır.

Üç yıl savaşan Akif Bey, gösterdiği büyük başarı nedeniyle yüzbaşı rütbesine terfi eder. Savaş sırasında 17 defa vücudunun farklı yerlerinden yara alır. Babasıyla ilgili anılarını gözyaşları içerisinde anlatan Seyfi Memiş, babasının, Çanakkale savaşı sırasında çok sayıda askerin şehit düştüğünü, şehit düşenlerin cesetlerini bir süre sonra siper olarak kullandıklarını anlattığını vurguluyor.

Oğluna bazı günler hiç yemek yemediklerini, sadece verilen hoşafla karınlarını doyurduklarını anlatan Akif Bey, o şanlı zaferden sonra arkadaşıyla birlikte Kosova’ya Gora yöresindeki köyüne geri döner. Köye dönüşü sırasında üzerindeki Osmanlı üniformasını gören kimi Arnavut ve Sırp milliyetçileri, Osmanlı askerinin geri döndüğünü zannedip silahlarına sarıldıklarını anlatır oğluna.

Akif Bey, bu durum karşısında üzerindeki üniformayı bir çobanın elbiseleriyle değiştirmek zorunda kalır. Çanakkale Savaşı’ndan getirdiği silahını ise 2.Dünya Savaşı sırasında yapılan aramalar sırasında yok eder.

Kosova’da uzun yıllar aşçılıkla uğraşan Akif Bey, Leştane köyünde girdiği dünya evinde üç kız ve üç erkek çocuğu dünyaya gelir. Seyfi Bey, babası Akif Beyi ondört yaşında kaybeder.

‘’Savaşta ekmeksiz kalarak zorluk çektiler’’

Anlatılanların birinci kuşak tanığı Ayşa ( Çöroğlu –Köroğlu )Davut, 1930 doğumlu,76 yaşında Gora’nın Brod köyünde yaşamını sürdürüyor. Babası Behair Köroğlu’nun (1892– 1980 ) Çanakkale Savaşı’na 23-24 yaşlarında katıldığını anlatıyor.

Ayşa Hanım’dan hatıralarından kalanlara göre, babasının Çanakkale savaşı’na bekar gittiğini vurguluyor göz yaşları içerisinde. Savaşa yürüyerek giden babasının orada yaklaşık üç yıl kaldığını ve hemen dönemediğini ifade ediyor Ayşa Hanım, ‘’Babam bana savaş anılarını daha çocuk yaşlarındayken anlatırdı. Savaş sırasında çok zorluklar çektiklerini söylerdi. Savaş sonlarına doğru ekmek sıkıntısı çekmişler. Savaştan döndükten sonra evlenmiş, bir erkek kardeşim (Kardeşi Nevzat Köroğlu 72 yaşında şu an Belgrat’ta yaşıyor) ve bir de ben dünyaya gelmişim.

Köye dönüşünde yanında getirdiği bir miktar parayla babam pastane dükkanı açar’’ diyor ve kendilerini bütün zorluklara rağmen yetiştirdiğini anlatarak yine hıçkırıklarına boğuluyor. Çanakkale savaşı dönüşünde babasının üniformalı asker fotoğraflarını getirdiğini ancak, torunlarının fotoğraflarını kaybettikleri için kırgınlığını gizleyemiyor.

‘’Savaşta Goralı genç kızlar da şehit düştü’’

Brod köyünde yaşayan 53 yaşındaki İsmet Dırda ise, Çanakkale Savaşı’na kuzeni Zeynep MİDO Çavuş’un katıldığını söylüyor. Şu an Zeynep Çavuş’un yörede İsmet Bey dışında herhangi aile yakını yaşamıyor. Zeynep Çavuşun aile yakınları yurt dışına göç ettikleri için İsmet Bey de Zeynep Çavuş’la ilgili çok az bilgiye sahip olduğunu belirtiyor. Ancak kuzenin yöreden genç yaşta savaşa katılan tek bayan olduğunu vurguluyor. Zeynep Çavuş Çanakkale Savaşı sırasında şehit düşmüştür. İsmet Bey, baba ismi Mustafa olan Zeynep Çavuş’un şu an İzmit’te bir heykelinin dikili olduğunu ileri sürüyor. Yıllar sonra yüreklere su serpen davet Gora köylerinde günümüzde bile Çanakkale savaşı söz konusu olunca ya da Çanakkale türküsü çalınca, din ve vatan uğruna ora topraklarda şehit düşen yakınların acısıyla herkes gözyaşları içerisinde hatırlayıp duruyor bu olayı.

Yaşam bütün zorluklarına rağmen devam ediyor Gora’da. Son Kosova savaşı ve 1999 NATO müdahalesi ardından barış misyonu çerçevesinde Kosova’ya yerleşen Türk askerinin girişimiyle, 2003 yılından bu yana Gora ve Kosova’nın diğer yörelerinden şehit yakınları Çanakkale’de düzenlenen anma törenlerine katılıyor. Çanakkale anma törenlerine davet edilmenin memnuniyetini gizlemeyen Ramadan Recepler, bu unutulmaz anların yaşanmasına vesile olan Türk askerine sonsuz şükranlarını sunuyordu. Beş günlük Çanakkale anma törenlerinde yaşadıkları anıları unutmanın mümkün olmadığını belirten Goralı Ramadan Recepler, Çanakkale savaşının tüm insanlığa bir ders olmasını ve savaşların bir daha tekrarlanmamasını istiyordu.

Gora ve Goralılar kimdir, nedir, nerededir?

Gora veya Goralı; Slavca ‘’ Yukarı, Dağlı, Uludağlı’’ demek. Coğrafi olarak baktığınızda Gora yöresi ve köyleri, Şar dağları üzerine ve eteklerine yerleşmiştir. ‘’ Şar ’’ ise şehirleri olan dağlar demektir. Goralı olan Melami ehli Abdullah Rahte’ye göre, Gora’nın anlamı eski Türkçe’de dağ anlamına gelen ‘’ Tura’’ dan türemiştir. Dragaş Belediyesi ve 20 köyle birlikte Kosova’nın güneyinde yer alan bu bölge köylerinin 2’si daha Makedonya sınırları içerisinde, 10’u da Kuks Belediyesiyle birlikte Arnavutluk sınırları içerisinde bulunuyor.

Terk edilmeye itilen bu yöre halkı ve Osmanlı’dan sonraki son yüzyıl içerisinde sürekli fakirlik, ekonomik sıkıntılar, asimilasyon- eritme politikaları ve göçle yüzleşti. 1991 yılında eski Yugoslavya’ da düzenlenen nüfus sayımına göre Goralıların toplam sayısı 45 bin civarında gösteriliyor. Yöre sürekli göç yaşadığı için resmi olmayan verilere göre bölgedeki nüfusun yaklaşık 24,000 ila 18,000 arasında değiştiği sanılıyor.

Gora’da günümüzde yaklaşık 7 bin ila 8 bin arasında yaşıyor. Yöre köylerin en büyükleri Restelica, Brod, Mlika, Baçka, Dikance ve Vranişte neredeyse bomboş. Savaştan sonra iki binin üzerinde kişi daha iş bulabilmek için buraları terk etti.

Dragaş belediyesinden 15 kilometre uzaklıkta bulunan Brod, Gora köylerinden biri. Osmanlı döneminin bölgedeki ünlü zanaat ve ticaret merkezi özelliğine sahip. Rakımı 1400 metre olan ve Makedonya – Kosova sınırı yanı başında bulunan bu köyde göçü sürekli yaşayanlardan.

Osmanlı askerinin bölgeden ayrılması üzerine köy ve bölge halkının çoğu Türkiye’ye göç etti. Aynı göç Sırp –Hırvatistan – Sloven Krallığı döneminde, ardından da Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti yönetiminde yaşayan baskılar sırasında da aralıksız sürer. 1999 yılı Kosova savaşı sonrasında bölgede son bir göç dalgası daha yaşandı. İster Gora bölgesinde, ister de şehirlerde yasayan Goralılar, savaşın ardından aşırı milliyetçilik akımı, baskı, asimilasyon, yağmalama ve çok sayıda saldırıların kurbanı oldu. Üsküp’teki hemşeri ve yakınlarının yanında kendilerini bulan 450 kadar Brod’lu aile, ayrıca İştip, Bitola, Prilep, Veles ve Koçani gibi şehirlere yerleşti.

Brod köyünde olduğu gibi Gora bölgesinin genelinde genç nesilleri görmek mümkün değil. Kalanlar içinse gelecek ‘endişe ve belirsizlik’ demek. On yıl öncesine kadar yaklaşık 3000 kişinin yaşadığı bu köyde şimdilerde 850 kişi yaşama mücadelesi veriyor. 1930’a kadar Türkçe eğitim verilen bu yörede 1938 yılından sonra Sırp askerlerin saldırısı ve baskısı neticesinde Sırbistan tarafından gönderilen hocalarca eğitim Sırpça dili üzerine yapılmaya baslar. Goralıların zihninde Türk – İslam kültürü ve onun herhangi bir şekliyle onlar bağlılığı kesilmeye başlar. İslam mektepleri kapatılmış ve hocalara din dersi vermeleri müsaade edilmez. Böylece çok köy hocasız kalır. Bilgi kişiler Türkiye’ye muhacir gönderilir.

Günümüzde Brod köyü ilkokulunun yaklaşık 150 öğrencisi vardır. Bord ve Gora bölgesi köylerinde yaşayan ahali genelde hayvancılıkla, şehirlere yerleşenler ise uğraştıkları aşçılık, pastacılık ve köftecilikle ün salmışlardır.

Goralıların kimler olduğuna ya da ırk veya etnik kökenlerine dair birçok tartışmalar yürütülmekte ve çeşitli tezler ortaya atılmaktadır. Bilimadamları, tarihçiler, sosyologlar ve dilcilerin Goralıların kimler olduğuna dair bugüne kadar yaptıkları araştırmaların kimileri objektiflikten uzak, ya çok yüzeysel ya da siyasi yönlendirmelerin etkisi altında kalır. Ancak hala capcanlı yaşamakta olan sözlü halk verimleri giyim kuşam ve motifleri, mutfak kültürü, yaşam tarzı, ölüm gibi, yöredeki gelenek ve görenekler, isimler ve inançlar Balkanlar’ın değişik yörelerindeki Pomak, Peçenek ve Türk soyundan gelenlerle büyük ölçüde ortak özellikleri taşımaktadır.

Gora yöresinde topladığımız halk edebi verimlerinde göze çarpan ilk özellik, Türkçe ve İslam terimleri ile kelimelerin birçoğunun hiçbir ekleme almadan olduğu gibi günümüze gelmesi, kimilerinin bazı hece ve ses düşmesi ya da eklemeler alarak bu halk verimlerinde yaşamaya devam etmiştir. Özde olduğu gibi verimlerin biçiminde de benzer biçim ve özellikler görmek mümkündür. Bu halk verimleri günlük yaşamda olduğu gibi özel günlerde de halk arasında söylenmektedir.

Bulgar, Yunan, Arnavut, Sırp ve Rus tarihçiler bu halkları çeşitli şekillerde kendi ırkları ya da kendi halkları olarak göstermeye çalışmaktadır. Onların İslamlaştırılmış Bulgar, Makedon, Sırp, Rus ya da Yunan oldukları tez ve iddiaları hala güncelliğini korumaktadır.

Tarihi belgeler ne diyor?

10. ve 12. Yüzyıllarda Kuzey Çin’deki Kuman ve Kıpçak ailelerinden gelen ve Balkanlara kuzeyden inan Pomak, Torbeş ve Goralılarla ilgili arşivdeki belgelere göre; ataları çok güçlü savaşçılar olan Kuman Türkleri, soydaş Hun, Avar ve Bulgar gibi Türk boylarının yolunu izleyerek ilk olarak Karadeniz’in kuzeyine yerleşmişlerdir. Karpat Dağları Orta Avrupa ve Balkanlara ilerleyerek Romanya, Bulgaristan ve Makedonya’ya yerleşirler ve yerleştikleri bölgelerin adlarını adlandırılmalarını olduğu gibi benimser. Özellikle Rodoplar, Batı Trakya, Vardar, Makedonya ve Şar dağları üzerinde hâkimiyet kurarlar.

1078 yılında Kuman Türkleri, Tuna ırmağının güney vadilerine daha önce yerleşen Peçenek Türkleriyle birlikte Bizans’a saldırır ve bir süre Edirne’yi muhasara altına alırlar. Kuman ve Peçenek Türkleri 1078 yılında Tuna ve Sava ırmaklarının güneyinde kurdukları federasyon 1091 yılına kadar sürer. Bu federasyonu bir tehlike olarak gören Bizans, bu kavimleri birbirine düşürerek, Macarların yardımıyla Bulgar Türklerini, Peçenek Türklerinin desteğiyle de Macarları imha eder.

Aynı taktiği kullanarak 1091 Lebunion savaşında para karşılığı kendine bağladığı Kuman Türklerini Peçenek Türklerine karşı kullanır. Böylece kurulan Kuman – Peçenek Federasyonu bozulur. 1154 yılına kadar Kumanların bir kısmı Kosova, Yeni Pazar ve Bosna’ya yerleşirken, bir kısmı da kuzeye dönerek bugünkü Romanya, Avusturya, Macaristan ve Çekoslovakya topraklarına göç ederler ve birçoğu bilhassa dağlık kısımlara yerleşirler. Gora yöresi Osmanlı İmparatorluğu döneminde her açıdan, ister ekonomik, ister sosyal, ister de kültürel açıdan en parlak dönemini yaşar. Yörede hayvancılık, ticaret gelişmekle birlikte, açılan mektepler ile Osmanlı payitahtı İstanbul’da yüksek öğrenimlerini bütünleyenler divan edebiyatına önemli eserler kazandırır.

‘’BALTAM’’ dergisinde Emrullah Recepler ile Daver Krasniç’in ‘’Türkçeden Gora Diline Geçen Kelimeler’’ isimli makalede derlenen Türkçe kelime sayısı 1300’ün üzerindedir. Ancak bu rakam tespit edilenin daha da çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.

Onlar kimin vatandaşı?

Onlar Kosova sınırları içerisinde yaşamaları ve Kosova vatandaşları olmalarına rağmen, bu durum her geçen gün değişiyor. Savaştan sonra Gora’da çok sayıda Makedon ve Bulgaristan çifte vatandaşlığı dağıtıldı. Makedon pasaportuna sahip olmak için (‘’ po poteklomakedonec’’ – ‘’Makedon asıllı’’ ve uzun zamandır Kosova’da yaşadığının belgelendiği) Makedonya İçişleri Bakanlığı formunun doldurulması yeterli. Söz konusu formların yöredeki dağıtımını ‘’ Müslüman Makedonlar Birliği’’ üslenirken; bu girişim Dragaş Belediyesi, UNMİK, KFOR temsilcileri ile siyasi liderlerin sert tepkilerine maruz kalmasına rağmen belirli duraksamalara rağmen sürüyor. Ekonomik kriz ve işsizlikle mücadele eden Goralıların bu can alıcı sorunundan yola çıkanlar ‘Makedonya pasaportuyla Yunanistan ve Slovenya’ya vizeyle, Bulgaristan, Hırvatistan ile Türkiye’ye vizesiz girebilir, iş bulabilirsiniz’ söylemleri ile pasaport formlarının dağıtımını sürdürüyor.

O yüzden yöre insanı yurt dışına çıkarak istihdam edilmek için Makedon pasaportunu bir umut, bir kurtuluş olarak görüyor. Kosova’nın yeni hazırlanacak anayasasında Goralıların ‘’ Müslüman Makedonlar’’ kimliği altında azınlık olarak tanınmasını talep eden‘’Müslüman Makedonlar Birliği’’, Makedonya’yı Gora bölgesine bağlayan ulaşım altyapını iyileştirmesini, Gora bölgesinin idari merkezi sayılan Dragaş belediyesinde bir Kültür Merkezi açmalarını talep ediyor. ’’Makedon Müslümanlar Birliği’’ başkanı İsmail Boyda, ‘’ Gora 1953 yılına kadar Makedonya’ya ait, ancak bu tarihte Sırbistan’ın tek yanlı kararı ile Kosova’ya bağlandığını öne sürüyor ve izlediği politika Makedon yetkililerin Goralıların ‘’İslamlaşmış Makedonlar’’ oldukları politikasını destekler nitelikte çalışmalar gerçekleştiriyor.

Peki bunun karşısında Goralıların duruşu ne?

Gora’da ‘Gelecekten daha fazla korku’ duyulduğu için Goralılar ne olduklarını, nereden geldiklerini ve ne hissettiklerini çok iyi bilmelerine rağmen bu değer yüreklerde saklanıyor ve ahali herhangi bir milli mensubiyet kimliğine bürünmemeye çalışarak tarafsız kalmaya tercih ediyor. Bu sebebin altında yine terk edilmişliğe mahkum edilmek ve hiç kimsenin onlara sahip çıkıp destek sunmama korkusu yatıyor. Sadece pasaport dağıtanlar gibi sahip çıkmak isteyenlerin kötü emellerine alet olmamak, onların kimi milli değerinden uzak durmaya çalışmalarının tek nedeni.

Sarıldıkları tek değer İslamiyet olgusu olunca, Goralılar dışa ‘İslamlaştırılmış bir etnik grup’ şeklinde yansıyor. Öte yandan az sayıda cesaretli insan gerçeği söylemiş olsa da ya susturulmuş veya kovulmuş. Ancak Gora’da milli ve dini değerlerin bilincinde olmayan veya olup ta kariyer ya da şahsi çıkarlar peşinde koşturan, göz göre göre halkı asimilasyona itmek isteyen bir grupta mevcut. Maalesef bu mevcudiyet, aşırı milliyetçi Hırvat, Sırp, Makedon, Bulgar ve Arnavut kesimlerinin, onların büyük ulusal projelerinin çıkarına hizmet sunuyor. Böl ve yönet sistemiyle hareket eden bu aşırı milliyetçi kesimler için birilerinin isimsiz ve milli değerlerden uzak kalması, doğal olarak onların ‘ büyük ‘ hedeflerine engel oluşturmuyor.

Maznikar: ‘’Goralıların kimler olduğuna dair gerçekler Osmanlı arşivlerinde yatar’’ Gora üzerine çeşitli araştırmalar yapılıp ve çeşitli tezler ileri sürüldüğünü dile getiren Brod’un‘’DAG‘’ Kültür Araştırma Merkezi Başkanı Yahya Maznikar, yapılan bu araştırmalar hakkında şunları anlatıyor: ‘’1876 Yılında Osmanlının ayrılışı ardından Rus Bilimadamı Yastrebov’un yapmış olduğu araştırmalar sonucunda Gora bölgesinde yaşayan halkın Rus asıllı olduklarını ileri sürmüştür. Yastrebov’un ardından bu bölgede araştırma yapan Bulgaristanlı araştırmacı Şişkov,‘’Bulgari Muhamedani’’ isimli eserinde Goralılara Bulgar asıllı Müslümanlar olduğunu tezini ortaya atar. Daha sonra Makedonya’da Todor Petrova ve Niyazi Limanovsko Gora’ da yaptığı araştırmalarda burada yaşayan halkın Müslüman dinini benimsemiş Makedonlar olduğunu ileri sürer. Goralılarla ilgili ortaya atılan değişik tezlerden kimileri ise bura halkın Aramini (Romanyalı ), Bogumiller ya da değişik soylardan geldiğini ortaya atmıştır. Goralıların kimler olduğuna dair ortada duran soru işareti bura halkı için hassas konulardan biri olmuştur. Bizce Goralıların kimler olduğuna dair gerçekler Osmanlı arşivinde yatmaktadır. Bura Halkı kendini hep Türk bildi, kendini öyle bildirdi.

‘’1389 – 1876 yılları arasındaki dönemde ve Osmanlı belgelerindeki kayıtlara göre bu bölgede yaşayan Goralıların kendilerini Türk olarak bildirmişlerdir. ‘’ diyen Maznikar, Osmanlı yönetiminin ayrılışı ardından 1971 yılına kadar ister Sırp –Hırvat – Slovak Krallığında, ister de Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyetinde ve bu dönemlerin kayıtlarında Goralılar kendilerini Türk olarak bildirdiğini ifade ediyor. Birçok askeri ve doğum kayıt belgesi de bu halkın kendilerini Türk olarak bildiklerini kanıtlamakta. ‘’Osmanlı arşivlerinde Gora bölgesinde yaşayan halkın Türk olduğu ve Osmanlı’dan önce buraya yerleşen Türk kavimlerinden oldukları vurgulanmaktadır. Osmanlının ayrılışı ardından bura halkına yönelik Pan – Slavcılık ve asimilasyon hareketleri başlatılmıştır, direnenler ya öldürülmüş, ya da göçe zorlanmışlardır. Bu asimilasyon haşa günümüzde de açık olmasa bile dolaylı bir şekilde sürmektedir’’ diyen Maznikar, ‘’Sizce Çanakkale savaşında, Plevne muharebesinde, Yemen savaşında şehit düşen onlarca Goralı kendini nasıl hissetmiş olabilir ki, bu savaşlarda yaşamlarını feda edebilsin ?’’ diye sorguluyor.

‘’Türkiye’nin daha fazla sahip çıkmasını istiyoruz’’

Türkiye devletinin bu insanlara bir an önce sahip çıkmasını isteyen Maznikar, bura halkı zor koşullar altında bu tür bir yaşama terk edilirse, Pan Slavizm faaliyetleriyle çok yakında hem dinini hem de kimliğini değiştirmek zorunda kalacağını ifade ediyor. ‘’ Türkiye Cumhuriyetinin üzerindeki yükün hayli ağır olduğunun bilincindeyiz ve bütün Türk Dünyası, Türkiye Cumhuriyetinden gelecek desteğe, en ufak bir yardıma bile ihtiyacı çok büyüktür. Ama ben yine de Türkiye’nin Goralılar’dan desteğini esirgemeyeceği konusunda iyimserim’’ diyen Maznikar, Türk KFOR’unun savaştan sonra bölgede sağladığı güvenlik, yürütmüş olduğu faaliyetler ve sunmuş olduğu yardımları övgüyle karşılayarak yere göğe sığdıramıyor.

‘’Biz Boşnak değiliz ‘’ savaştan sonra Dragaş Belediyesinde Boşnaklaştırma faaliyetlerinin de hız kazandığını belirten Brod’un ‘’DAG‘’ Kültür ve Araştırma Merkezi Başkanı Yahya Maznikar, ‘’Bizler Bosna ve Boşnak kardeşlerimizi severiz, onlara saygımız, sevgimiz sonsuzdur. Ancak Goralılar olarak Boşnaklarla İslam dini dışında etnik, kültürel, giyim, yaşam tarzı, gelenek ve göreneklerimizde farklılıklarımız olmakla birlikte, etnik olarak hiçbir bağlılığımız yoktur. Kimi Gora köylerinde Boşnaklığı kabul edenler ortaya çıkmaya başladı. Fakat kendilerinin ne olduğunu itiraf etmelerinin zamanı da gelecektir’’.

‘’Bence savaştan sonra Gora’da Boşnaklaştırma fikrini yayan ve bunu destekleyenler batı devletleridir. Onlar için Gora’daki halkın kendilerine Türk demesinden ziyade Boşnak demesi daha faydalı. 1971 yılından bu yana da yapılan sayımlarda milli kimlik olarak bizlere ya Yugoslav dendi, ya Müslüman dendi, ya da Goralı dendi. Ama oradaki halkın kendilerini ne hissettiklerini, yüreklerinde neyin yattığını ben çok iyi biliyorum. Ve yüreklerdi o milli duyguların gün gelip rahat bir şekilde dile gelmeye başlayacağından eminim“ diyor.

Maznikar, Makedonya sınırları içerisinde yer alan Uriça ve Yelovlyana köylerindeki Goralılara yönelik yürütülen tüm baskı ve asimilasyon girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını, ora ahalinin milli kültürlerini korumaya ve kendilerine Türk demeyi başardıklarını belirtti. Ancak Arnavut sınırları içerisinde kalan Gora köylerinin yürütülen eritme politikaların kurbanı olmaktan kurtulamadığını dile getiren Maznikar ’Yusuf ve Cemile’ gibi türküleri aynı melodi fakat Arnavutçalaştırılmış şekliyle söylemek zorunda kaldıklarını ifade etti.

Buradaki köylerin çoğunun boş olduğunu, genç neslin İngiltere gibi batı devletlerine göç ettiklerini kaydeden Maznikar, kalanlardan da kimilerinin kendilerine ‘ Goralıyım‘ demeye korktuklarını vurguluyor.

Ya gelecekleri …..?

Sevgili okurlar, hepimizin çocukluk hatıraları unutulmazdır. Çocukluk oyunları, çocukluk oyuncakları, çocukluk arkadaşlıkları ve aşkları. Hepsi sevgi doludur, heyecan doludur, renk renktir…

Sizin çocukken ve sokakta arkadaşlarınızla oynarken söylediğiniz hiç Çanakkale türkünüz oldu mu? Evet, evet Çanakkale türkünüz oldu mu? Yıl 2006. Konuyla ilgili araştırmamızı tamamlayıp Gora köylerinden ayrılırken bir grup çocuğun oynarken aralarında söyledikleri bir türküye takılıyor kulağımız. Dinlemek için duruyoruz:

‘’…Türklerin gemisi kırmızı direkli

İçindeki askerler aslan yürekli;

Düşmanların gemisi yeşil direkli

İçindeki askerler tavşan yürekli;

Kaçma düşman kaçma tutuklanırsın

Çanakkale boğazında teslim olursun…’’

İşte Gora’da bütün zorluklarına rağmen yaşam böyle mücadelesini sürdürüyor. Bu ezgiler ve çocukların oyunlarını renklendiren bu türküler eşliğinde. Bir nesilden diğerine böyle aktarılıyor Çanakkale. Goralı çocukların bir Çanakkale Türksü var. Goralı çocukların oyunlarını renklendiren bu türkü, mevcut koşullar içerisinde yaşamlarını da gelecekte renklendirir mi şimdilik bilinmez ancak, bilinen bir gerçek var ki dönüp geçmişlerine baktıklarına şehit düşen atalarıyla gurur duyacakları anlı şanlı bir tarihleri var. Onlar için kim ne derse desin, nasıl göstermeye çalışırsa çalışsın, kimliksiz ve tarihsiz değiller. Tarihiyle, diliyle, diniyle, kültürüyle, gelenek ve görenekleriyle anlı, şanlı görkemli bir geçmişleri var.

Her şeye rağmen karamsar olmak istemiyorum. Goralılar bu değerlere sahip çıktıkça güzel günler bekleyecek. Elbet doğudan esecek rüzgârlar karlı Gora tepelerinin serinliğiyle birlikte okşayacak bu acılı yürekleri…

Çünkü onlar bunu hak ediyor.



13 Bu makale ve şiir “Yeni Dönem” gazetesinin “İzlenimler” köşesinde yayınlanmıştır.

* Hukukçu-Yazar

* Yeni Dönem Gazetesi Muhabiri

* Türkolog-Yeni Dönem Gazetesi Muhabiri

Kosova’dan Çanakkale’ye : ”Makalelerle, Anılarla, Şiirlerle, Törenlerle ve Belgelerle Çanakkale Savaşı”/ [Editor- Hazırlayan : KTTGKK]. - Prizren : Bal-Tam, 2008. - 150 f. : ilustr ; 21 cm.

Önsö: f. 7. - Kaynakça : f. 150

ISBN-978-9951-8608-9-5